Kaynak Kişi: Mustafa Cılga

Derleyen: Deniz Karakurt

 

Yürükşah Sokağın adı, sonraları Çayyurt Caddesi olarak değiştirildi, daha sonradan o isim de değiştirilerek Tekmezar Caddesi yapıldı. Bu sokağa bakan karşı sırada ise geniş boş bir alan ve çift lüleli Çayyurt Çeşmesi yer almaktaydı. Çeşmenin üzerini bir şemsiye gibi örten iki tane devasa kara söğüt gölgelik yapardı. Hemen arkasında ise bir Soku Taşı bulunmaktaydı. Bizim evler ise yokuş yukarı ırmağa kadar çeşmenin arkasındaydı. Yaz günleri sabah ezandan evvel Çenilli tarafından birkaç demiryolcu görünür, lokanta çalıştıran Zekiye Hala’nın çocukları çıkarlar, at arabası ile çalışanlar, diğer demiryolcular, arkasından esnaf kesimi yola çıkarlardı. Çimento Fabrikasında çalışan İbrahim Abi’nin çift silindirli motor sesi duyulur ve çarçabuk gözden kaybolurdu. Nice sonra Konyalı Emmi’nin çift atlı arabası rahvan şıngır şıngır sesler çıkararak çarşıya doğru giderdi. Sabah sessizliğindeki çeşmenin şırıl şırıl kürüne dolan sesi artık yolda yürüyenlerin selamlaşmalarıyla, at arabası sesleri ile kaybolur ve duyulmaz olur. İşe giden birkaç kişi çeşmenin ilk ziyaretçisi olurdu. Biri gelir, kasketini geriye doğru kaydırır, bir çırpıda ceketi çıkartıp omuzuna atar, üç dört defa yüzünü yıkar kana kana içer. Cebinden mor mendili çıkartıp yüzünü silerken hızlıca yoluna devam eder. İnek besleyen bir kaç evden halalar alacalarını başına bir güzel sararlar, bir ellerinde değnekleriyle ineklerini Çenilli’ye doğru çobana katmak için sürer giderler. 

Çoban ise Çenilli’deki diğer çeşme başında hem oranın hem de Çayyurt, Sularbaşı, Akdeğirmen ineklerini toplayıp sürerek götürür. 

İneklerini çobana katan halalar sabah sohbetlerini yapar evlerine birbirlerinden aldıkları yeni haberlerle dönerler. Erkekleri işe gönderen hamarat hanımlar Çayyurt çeşmesine ziyarete başlarlar. Bakır bakraç, galvanizli sitil, çinko sitil ve güğümlerle su taşımaya başlarlar.

Sabah erken saatlerde satıcıların gelmesi artık yavaş yavaş başlar. Ben defalarca gördüm Karaçayır köylülerinin kağnı ile gelmesini. Kağnı yüklü ise yarım saat sürer gelmesi. Önce “gıııj gıııııj” uzaktan sesi duyulur, çocuklar meraklanır beklemeye başlarlar. Gelen kağnının üzerinde iki harar çuval varsa kil getirmiştir. Karaçayır’ın baş kili meşhurdur, saçı ipek gibi yapar. Hararın diğerinde elenmiş höllük vardır. Karaçayır’ın çökeleği de çok makbuldür. Mis gibi kokar. Tuzlu, tuzsuz tereyağı pek kıymetlidir. “Emmi öküzleriği çeşmeye çekte çökeliğine bahah” derler hanımlar. Kağnının başına toplanan kadınlar “Ecük ucuzlatta alah. Vah hepimiz alacuh” derler. Kan ter içindeki köylü “Üç saattir yoldayım, çoluk çocuk elime bahıyor. Baňa zarar ettirmeyin” der. Köylünün saf ve yanık yüzlü, yabanlık elbisesini giymiş oğlu ve kızı bir yandan öküzleri sularken bir yandan da korku ve çekingen gözlerle kalabalığa bakarlardı.

Artık gün ilerliyor, çaylar hazırlanıyor, evlerde yıkanamayacak büyük bakır kaplar, çeşme başına getiriliyor. Su alan diğer kişilerden fırsat buldukça külle ovduktan sonra yıkıyorlar. Bakırlar parlasın diye pelverle bir güzel ovarlar. Daha büyük kara kazan ve leğen olursa bizim ırmağa getirirler saatlerce kumla ve külle yıkarlar. Kara bakırlar tunç gibi kızarırdı. Evin her ferdi çeşmeden su taşımak zorunda. Hatta yatılı misafirler bile su taşımaya yardımcı olurlar. Çeşmenin başına oturunca hemen hemen her evin ahalisini görürsünüz. Sohbet koyulaşır gider artık. Evin büyükleri sorulur, selam söylenir. Kız istemeler, askere gidecekler, şehir dışında okula gidenler, Almanya' ya gidecek olanlar özel olarak teferruatı ile yavaş yavaş sorulur. Çeşmede fazla kalanların arkasından hırsla seslenilir. Çocuklar ve genç kızların çabukça gelmesi tembih edilir.

Sebze meyve satıcıları daima çeşme başında dururlardı. Bunlardan mahalle hanımlarının çekinmeden alışveriş yaptığı ve en güzel sebzeleri getiren at arabalı Seyfi Abi “Haydin... Haydin...” diye bağırdığı için adı “Haydin” kalmıştı. Veresiye sattığı bile olurdu. Ellerine sele, leğençe, kevgir, halbur, tepsi alan ve başına alaca örtüsünü alan hanımlar arabanın etrafına toplanırdı. Bir dişi ile alacayı ısırarak dişinin arasından konuşurlardı. “Eyi güzel de bek bahalıcısın Haydin gardaş,” derlerdi. Seyfi Abi de gülerek tüm hanımlara laf yetiştirir, satıcılığı ile hepsi ile başa çıkardı. Oğlu da İstasyon Caddesindeki kendisinin manav dükkanlarında çalışırdı. Naylon kap kacak satıcısı “Çula çuvala eski elbiseye laylon var. Layloncu geldi,” diye bağırır.  Ekşi elma satan el arabası çeşme başında oldukça oyalanır. “Sarıya, bakıra, demire, cam gırığına, çula, çuvala ekşi elma vaaar. Ekşiiii” diye bağırır. Çocukların iştahlanmasını beklerdi. Merkepli çerçi arabası tuhafiye malzemelerini satar ve çeşmede mola verir. Eşeğini sular, yem torbasını takar. “El maharaları, tentene tığları, çığrıhçı geldiiiii” diye seslenir. Alacağı çok tutan hanımlar “Emmi hep geliyon nasıl olsa, bizi de deftere gayıt et. Öbür sefer verürük” derledi. Davar paçaları satan, gözleri görmeyen emmi iki üç gün de bir gelirdi. “Davar paçaları var, davaaaar davaaaar” diye seslenirdi.

Gelen giden at arabası, eşek arabası çok olunca çeşme başı oldukça kirlenirdi. Çeşme’ye gelen hanımlar “Gelen giden malını satar, pohunu temizlemek bize düşer” diye söylenerek kötü çalı süpürgesiyle çeşme başını imece usulü ile el elden süpürüp, bir kenara toplarlardı. O zamanlar çöp arabaları bir kaç günde bir gelirlerdi. Büyük tekerlekli at arabası üzerinde saç kapaklı çöp arabaları vardı. Kapı önündeki çöp tenekelerini boşaltırlar ve kaldırım kenarlarında toparlanmış süprüntü yığınlarını kürekle söylenerek atarlardı. Zaten cadde ve sokaklarımız taş döşemeliydi ne kadar süpürülse de toz eksik olmazdı.

Çeşmenin arkasında bulunan yekpare taştan oyulmuş Soku ise yalnızca Eylül ayında yarma, düğürcek, bulgur işlerinde kullanılırdı. Yaz aylarında çocuklar içine su ve toprak doldurarak oyun oynarlardı. Kadınlar, özellikle Fadime Abla ve Salime Abla ise çocuklara bu yüzden kızarlardı. Eylül ayının gelmesiyle birlikte soku taşının etrafına serilen yaygılarla çeşme başı daha hareketlenirdi. Soku taşı tahta tokmakla dövülür. Gençler gelip kadınlara tokmak işinde yardımcı olurlardı. Buğday sahibi hanımlar onları özendirirdi. Sac üstü çökelekli veya yağlama yapmaya söz verirlerdi. Sonraki yıllar icad olan bulgur çekme makinaları bile çeşme başında dururdu.

İki veya üç günde bir askeriyenin yemek artıklarını götüren kirli ve pis kokan bir at arabası geçerdi. O araba geçtiği zaman çeşme başında kimse kalmazdı. Şirinoğlu Hamamından açmaya gitmiş Çavuşbaşılı hanımlar çeşme başında bohçalarını bırakır birer su içerler, moladan sonra bohçaları sırtlarına alıp bizim evin yanından yokuş yukarı Öğretmen Evlerine doğru giderlerdi.

Öğleden sonra olunca evlerden kapı önüne mantisler çıkartılır odun ve kırılmış kül tezeği parçaları, üzerine biraz kok kömürü ile hazırlanırdı. Çıra tutuştuğu andan itibaren yoğun bir dumanla yanardı. Nar gibi yanınca bahçeye alırlar akşam yemekleri hazırlanırdı.

Akşam da evlere birer dönüm su götürülürdü. Boru suyu kesildiği zaman mahallede gözesi olan evlerden su alınırdı. Tatlı su bize en yakın Numune Hastanesinin Çeşmesinden alınırdı. Şimdi düşünüyorum da çeşme başı mahallenin huzur kaynağıymış.

 

Ek bilgi -1: Mahallemiz eğimli bir arazi üzerine kurulmuştur. En üstten geçen Kazıklık (yani Çayyurt) deresinden her evin bahçesine künk ile su alınmış. Bir pınar yapılmış ve bahçedeki tuvalet de gidere kurulmuş şekilde kullanılırdı. 1962 - 63 de boru suyu evlere dağıtıldı. Ev içine çeşmeler, tuvaletler ve banyolar kuruldu. Bu arada tahta elektrik direkleri de demir direklerle 1965’de değişti. Direklerden evlere yeni hat çekildi. Baki abim ve Nevzat Korkmaz abi elektrik işleri yapmaya başladı bende arkadaşlarımla çıraklıklarını yaptım. Çok güzel harçlığımızı çıkardık. Bu iş sayesinde Sularbaşı, Kepenek Caddesi, Bezirci, Akdeğirmen, Bengiler konaklarının tamamının içlerini gördüm. O güzel konakların temizliğini, eşyaların sergilenmesini unutamam. Müze gibi evler vardı. Hele ki Sularbaşında bir konakta ikinci kat cumbalı köşkünü camekanlayıp kuş odası yapmışlar. Kurumuş bir vişne ağacı koymuşlar. Çok nadir bülbül ve kanaryalar vardı. Bir tane Beyaz Serçe yakalayıp koymuşlardı.

Ek bilgi -2: Şimdi anlatsam kimse inanmaz. Şehrin yeni yüzü de zaten o günleri hiç anımsatmaz. Sivas kadınları besicilik yapardı, şehrin mahallelerinde sabah ve akşam sığırlar geçidi olurdu. Herifler “Südün eyisini içecesen ineği besliyecen dayı” derlerse de hayvanlara bakanlar çoğu zaman hanımlardı. Onlar için de bu iş malamatlıktı. Besiciliği kadınlar yapardı. Tabi ki ev işleri gibi hayvan bakımlarını da hanımlar yaparlardı. Onlar için çok yorucu bir yaşam tarzıydı. Mahallede inek ve ayrıca manda besleyenler vardı. Biz de çocukluğumuzda kısa bir süre inek besledik fakat beceremedik çok zor oldu. Erkekler hayvan alım satımını yaparlardı. 60’lı yılların sonuna kadar Sivas Hayvan Pazarı çok etkindi. Sürekçilik, Canbazlık, Besicilik, Sucukçuluk, Pastırmacılık Türkiye Pazarında sayılıydı. Her mahallede inek beslenirdi. Çoğu evin ahırı vardı. Şehirin yazıya çıkan yollarında sığır yolları vardı. Her mahallenin çobanı sığırları yakınlarındaki yaylım arazisine götürürdü. Bu sebepten dolayı her mahallenin sığır sulama kürünlü pınarları vardı. Her evden çıkan sığırlar çeşme başında sabah buluşur ve akşam ayrılırdı. Ben bizim mahalleyi çok iyi hatırlıyorum. Yazımız (meramız) Paşafabrikasının altı Kumlutarladan başlardı, Taşbent, Yedigözeler’den Karaçayır istikameti idi. Sabah hayvanların çobana verilmesini biz çocuklar göremezdik fakat akşam dönüşleri bizler için eğlence olurdu. Porsuk Mahallesinden gelen sığır sürüsü Tekmezarın yanından Çenilli Pınarına (diğer çeşmeye) ulaşırdı, tüm hayvanlar sularını içer ve sürü ikiye ayrılırdı. Çayyurt tarafına gelenler önce Muştak Emmilerin inekleri evlerine girer, geri kalan devam ederdi. İkinci grup Çenilli Köprüsünden Muhtar Hamdi Emmilerin tarafına geçenler de ikiye ayrılır yokuş yukarı ve ırmak boyunu takiple Akdeğirmen’e doğru giderlerdi. Bizler de akşam tam oyunların heyecanlı yerinde oyunu bırakıp kaldırımlara koşardık. Bazen tosunlardan tezenler olurdu deli gibi koşarlardı. Dombi dokuz taşlarımızı devirirlerdi. Ya da tam aşık, cıncık oynadığımız yere işerlerdi... Hayvanı olmayan aileler de akşamları ellerinde bir bakraç ile süt almaya giderlerdi. Sığır ve kümes hayvanı beslemek vali Varinli zamanına kadar kadar devam etti sonra alınan kararlar ile bitti.

Ek bilgi -3: Sivas mahalle hamamlarında sabah namazına kadar tüm hamamlar erkeklere, sabah 8’den öğle 12’ye kadar kadınlara verilirdi. Bu sabah vaktine “Açma” denilir. Öğleden sonra 16–17’ye kadar yine kadınlara. Ancak Natır kadınlar zamanı gelince açmanın müşterilerini muhakkak çıkartır. 12’de bağırır çağırır döğüşür... Vakit yaklaşmadan yarım saat önceden hamama sıkça giren natırlar “Haydin Sular Kesiliyooor” diye bağırır. Sivaslı kadınları hamamdan çıkarmak kolay değildir. Çermiklerde havuzların kullanma vakti bayrak ile anlatılmaya devam ediyor. Bunu yaşadığımız günlerde Soğuk Çermik'te görürüz. Kadınlar beyaz bayrak, erkekler kırmızı bayrak. Küçük bir bayrak hamamın ana girişindeki kapı süvesi yanındaki yerine takılırdı. Bu bayrak uygulaması eskiden şehir hamamlarında da yapılırdı.

Ek bilgi -4: Yürükşah sokakta bir yatır veya ziyaret alanı bulunmaktaydı. Yeri bilinirdi fakat 60'lı yıllarda türbe yoktu. Yaşlılarımız yerini bildiği için tam ırmağın yüksek kerpiç bahçe duvarı köşesinde küçük çocukları "ayağı yürük olsun diye" sela vakti sallarlardı. Şimdiki Telekom binasının yerindeydi. Irmak burada 2 metre kadar yüksekte kalırdı. Irmağın istinat taş duvarlarının dibinde yüksek bahçe duvarına doğru -kıble yönüne- çocukları sallarlardı. Yürükşah yatırının yeri de bu köşede bahçe içinde kalırdı. Bu yolda köşeden dönerek Sularbaşı'ndaki Hanımın Camisine doğru gidilirdi.

Ek bilgi -5: Çayyurt Mahallesi çeşmesinde boru suyu akardı. Arkasında soku taşı vardı. Çayyurt çeşmesi yakınlarında tuvaletler yoktu. Çenilli başka bir yazıdaydı ve ayrı bir kaynak suyuydu. Çok bol akan suyu soğuk ve acı idi, içilmezdi. Yakınında 3 tane ahşap kulübeden tuvalet olup ayakları ırmağa bağlı idi. 

 

Kaynak Kişi: Mustafa Cılga (ek bilgiler dahil)

Derleyen: Deniz Karakurt